Devamı gelecek

Bu öykü uzaya çıkılan ilk evreyi konu almaktadır. İyi okumalar..

Sahildeyim, saçlarımı savuran son rüzgarın keyfini çıkarmak istedim. Ne kadar isteyerek de olsa, evimi,ailemi terk etmekten öte bir şey bu. Evet, yarın sabah tam 05:00 benim dünyayı terk ediş vaktim. Peki neden ve nereye gidiyorum?

Nüfus gibi nicel bir olgu bu kadar öngörülemez olamaz belki ama evet oldu. Belki bazı kesimler için değil ama toplum için öngörülemezdi bu. İnsanlar kaygılanmaya başlamıştı belki ama hep hasır altı edilen sorunlardı bunlar. Daha sonra korku ile kaygının farklı şeyler olduğunu fark ettiler. Nüfus artışı artık son noktaya gelindiğinde gündeme oturmaya başladı. Ülkeler tek tek doğum önlemleri almaya başladı. Barbar diye nitelendirebileceğimiz birkaç ülkede zorunlu sezeryan gibi uygulamalar bile başlatıldı ama rayından çıkan bir treni bunca ağırlıyla kaldırmak bizim için imkansızdı. Nüfus 13. Yüzyılın milyonlarca katı ama doğum oranı o zamanın 25’te biri. Nüfusun bu kadar büyümesinden bahsederken elbette doğum hızının arttıığını düşündünüz. Metropoller içine insanları bir başına aldı ve o bir başınalığı bozmaya da niyeti olmayan çok insan oldu. Aile kavramı unutulmaya yüz tuttu. Her ihtiyacımız organik olmayan yollardan karşılanıyor, insan insana ihtiyaç duymuyor artık. Peki nasıl oldu da bu kadar çoğaldık?

Yaş 35 yolun yarisi derdi şair artık yolun başı oldu. Ölüm yaşı 100 ü geçti. Ne kadar mutlu ve kaliteli yaşıyoruz tartışıyoruz hala. Aranan şey ölümsüzlük değil mutluluk olmaya başladı yirmi ikinci yüzyılın simyasında. Kirlilik, metrekareye düşen insan sayısı, ekosistemin çarpık dağılışı her şey zincir gibi birbirine bağlanıp sona yaklaştırdı bizi. Bazıları parazit olduğumuzu ve dünyada bir şekilde yok olup gitsek evrenin hayrına olacağını söylüyor. Ben öyle düşünmüyorum. Bünyemizde felaket ve mucizeyi bir arada barındırıyoruz. İkisini de yaymamız mümkünken var oluşu tüm evrene yayma fikri cezbedici.

Bunlar devam ederken üzerinde yıllardır uğraşılan uzay araştırmaları agresif bir şekilde hızlandı. İnsanlar kendilerini yarı endişeli olarak anı yaşamayı sürdürürken -ki bu onlara sürekli pazarlanan bir şey- kayda değer bilim adamlarına, mühendislere büyük fonlar verilip bir çıkış yolu bulmaları için projeler yürütüldü. Sonunda birkaç plan hayata geçirilebilir hale geldi. Dünya hala yaşanabilir hale getirilir mi aylarca tartışıldı. Küresel iklim değişikliğinin etkileri, kirlilik gibi unsurlar ele alındığında ileride yaşanabilecek yüz ölçümü dehşet verici derecede azdı. Ama doğa ananın saltanatı çoktan bizim ellerimize geçmeye başladı. Buna rağmen dünya boşaltıldığında ekosistemi yenileyecek bir sürü çözüm önerisi halen birleştirilmeye çalışıyor. En gelişmiş yapay zeka modeliyle bile her parametreyi hesap etmek zor. Doğanın sırlarını çözmek üzerimizdeki hükümdarlığını hala elinden alamadığımızı gösteriyor olsa da ya onu kulsuz bir Tanrı gibi bir başına bırakacağız ya da bize boyun eğecek gibi görünüyor.

Tıkandığımız en önemli noktalardan biri ekosistemin çürütüp bünyesine katamayacağı bir kirlilik yarattık. İnorganik bir evren. Katrandan, nükleer atıktan oluşmuş.


Posted

in

by

Tags:

Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *